Translate

1 Kasım 2013 Cuma

Enver Paşa

Enver Paşa yetenekli bir kurmaydı. Çok genç yaşta imparatorluk ordularının başkumandanı oldu, mareşallığa ulaşacak vakti olmadı. 4 Ağustos 1922’de Tacikistan’da, Kızıl ordunun kuşatmasını yarmak isterken şehit düştü. 1908’den itibaren 14 yıl içinde bütün bu yönleriyle Türk tarihini işgal eden portrelerden oldu
Doğum tarihi açık;   23 Kasım 1881. Tam 41 yaşında, 4 Ağustos 1922’de, bugünkü Tacikistan’ın Çeğen köyünde Kızıl Ordu’nun kuşatmasını yarmak isterken şehit düştü. Yetenekli bir kurmaydı. Çok genç yaşta imparatorluk ordularının başkumandanı oldu. Bazılarının eleştirisi genç yaşta bu mevkiye gelmek yeterli tecrübe içermeyeceğinden, felaket kolay gelmiştir yolundadır. Rütbesi
1. Ferik’di (yani orgeneral), mareşallığa (müşir) ulaşacak vakti olmadı.
Trablusgarp’ta bir yıl süren mücadelede Mustafa Kemal Bey, Cami Bey, Fethi Bey gibi genç subaylarla birlikte İtalyanlara karşı Sunusi şeyhleriyle anlaştı ve 20 bin kişiyi seferber etmeyi başararak merkezi maliyeden de hemen yardım yetişemediği için adına para bastırarak bölgeye hakim oldu. İtalyanlar kıyıdan içeri giremediler. Dahası var. Bir yıl sonra diğer subaylarla birlikte ki hepsi gönüllü statüdeydi; Balkan Savaşı’nın başlaması üzerine İstanbul’a çağırılmasına rağmen Trablusgarp savunması durmadı. Yerlerinde bıraktıkları Osmanlı zabitleri İtalyanlara karşı savunmayı daha uzun müddet sürdürdüler. Enver Paşa burada yarbaylığa (kaymakamlığa) yükseldi. Balkan bozgunundan sonra Enver Bey, Bâb-ı Ali baskınını gerçekleştirdi. Balkan ülkeleri arasında anlaşmazlık sonucu başlayan İkinci Balkan Savaşı’ndan istifade ederek 22 Temmuz 1913’te Bulgarların eline geçen Edirne’yi yeniden fethetti. O yıl albaylığa (Aralık 1913), bir aydan kısa bir süre içinde de generalliğe terfi etti. Mirliva (tuğgeneral) olur olmaz
artık ağırlığını hissettiren İttihatçı kabinede Harbiye Nazırı oldu. Aynı yıl Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı yani Sultan Abdülmecid’in torunu olan Naciye Sultan ile evlendi ve Saray’ın damadı oldu.

Meşruti hükümetlerin zayıf tarafı, diplomasi

Enver Paşa yetenekli bir kurmaydı. Zaten Osmanlı Ordusu içinde dönemin Avrupa ordularındaki subaylarla boy ölçüşecek komutanların sayısı bir hayli fazladır. Bunlar sadece askeri bilgi değil, umumi bilgileri, yaşam tarzı ve görgüleriyle de üstün düzeydeydiler. Enver Paşa da bütün kurmaylar gibi Fransızca’yı bilirdi ve 1909’da tayin edildiği Berlin askeri ataşeliği sırasında Almancayı iyi öğrenmişti. Berlin ve Potsdam’daki hayatı, onun Alman askeri kuvvetine olan hayranlık ve sarsılmaz güvenini artırdı. İleride I. Cihan Harbi’nin gayeleri, imparatorluğun bilinen paylaşılma projeleri ve İtilaf Devletleri’nin kötü niyetlerine rağmen diplomasi hemen hemen
hiç denenmedi. Esasen meşruti hükümetlerin Sultan Abdülhamid dönemine göre en zayıf tarafı diplomasidir. Büyük devletler arasında dengeyi kollamak ve “kaçınılmaz” dense bile savaşa girmeyi geciktirmek dururken, maalesef ittihatçı triumvira (üçlü), İtilaf Devletleri’nin reddi ve malum gemi dolandırıcılığının hemen akabinde Almanya ile aynı cephede dünya savaşına girmekte acele ettiler. Ordular hiç hazırlıklı değildi; ilk defa Türkiye 1 milyonunun üzerinde asker toplamıştı. Ülke içindeki sorunlar, Doğu Anadolu’da Ermeni isyanları, müttefik Almanya’nın teşviki ile Ermenilere karşı tehciri de birlikte getirecektir. Türkiye dünya savaşına çok hazırlıksız girmesine rağmen, dünya savaşına girerken iyi eğitim görmüş, Arabistan çöllerinden Balkan dağlarına kadar her yerde coğrafyayı çatışarak öğrenmiş, Balkan ve Trablusgarp savaşlarının trajik tecrübelerinden olgunlaşarak çıkmış bir genç subaylar sınıfı cihan savaşını umulmayacak kadar başarılı bir şekilde götürmüştür. Çiftçi sınıfı, gözünü kırpmadan savaşan mektepliler, Cihan Savaşı’ndan önce Türk Ordusu’nu küçümseyen İngiltere’ye çok pahalıya mal oldu. Savaşta Türk komutan sınıfı, Almanya’nın güvenilmeyecek bir müttefik olduğunu da anladı.

Genç subayların savunması bugün pek bilinmez

Başkumandan vekili cesur planların sahibiydi. Bu planların hepsinin aynı derecede akil ve bilgili bir şekilde hazırlandığını söylemek mümkün değildir. Orduda savaşa geç girilmesini hattamümkünse girilmemesini isteyen komutanlar vardı. Esat Paşa, Mustafa Kemal Bey, İsmet (İnönü) Bey, Kazım Karabekir ve Fevzi Bey gibi... Gelecekte İstiklal Savaşı’nın komutanlarını oluşturan bu kadrolar, daha çok Alman aleyhtarıydı. Bundan dolayı Enver Paşa’yla da gerilimleri günden güne arttı. Sarıkamış faciasından sonra bunu görmek mümkündür. Fakat hepsi de savaştaki görevlerini yerine getirdiler. Enver Paşa da bu komutanların ne kadar gerekli olduğunu bilirdi. Ama şurası bir gerçek ki 1915’ten sonra açığa çıkmayan bir gerilim genç komutanların arasında süregitti. İkinci grup, birinci harpte edindikleri tecrübeler ve ihtiyatla ileride İstiklal Savaşı’nı başlatıp götürecektir.
Sarıkamış, Süveyş Kanalı cephesi gibi facialar yanında Kut’ül Ammare’deki zafer morali yükseltti.Kudüs’ün kendinin Alman kurmay heyetinin entrikaları yüzünden 1917 Noeli’nde nerdeyse teslimine rağmen etrafındaki cephelerde savaşın aylarca uzaması, Filistin cephesinde yer yer genç subayların dahiyane savunması ve askerin direnişi bugün pek bilinmez. Bir yandan ricat öbür yandan savaşın sonunda İran ve Kafkasya’daki zaferler, birinci büyük savaşta hem Türkiye’nin hem de İmparatorluğun asli unsuru olan Türk halkının yıpranmasına neden oldu ama geleceğe de hazırlanan bir ülke ortaya çıktı. Cihan Harbi’nin birçok çevrelerde yarattığı umutsuzluk ve teslimiyet havasına rağmen ordunun
genç komutanları direnme savaşına devam edebildiler
ve muvaffak oldular.
İttihat Terakki’nin ileri gelenleri, en başta Enver Paşa ülkeyi terk ettiler. Gerekçeleri kurulan hükümetin yeni padişah VI. Mehmet Vahdettin’in etrafındaki yeni devlet adamlarının kendilerine adil bir muamele yapmayacağı şeklinde olmuştur. Politikada tarafların her zaman mazereti hazırdır ve bir haklılık payı da vardır. Mütareke hükümetlerinin Tevfik Paşa,
Ali Rıza Paşa gibi Anadolu mücadelesine hayırhah nazarla bakan sadrazamları olduğu gibi bunun tam tersi Damat Ferit Paşa gibi davranış gösterenler de oldu. Şurası bir gerçek ki Anadolu hükümeti, Rusya’nın Müslüman topraklarında faaliyet göstermek isteyen ve bunda başarı gösterebilen Enver Paşa’ya karşı onaylayıcı davranmadı; bunda da haklıydı.

Tacikistan’daki türbesi uzun seneler ziyaret edilmiştir

Enver Paşa, halifenin damadı ve orduların başkomutanı olarak Sovyet Rusya’ya ve Türkistan’a adım attığı zaman parçalanan Rusya’da özellikle Orta Asya Türkleri’nin desteğini kazandı. Buna Türk ırkından olmayan Tacikler de dahildir. Basmacı hareketi hepsini içeriyordu; son anda dahi bütün bu gruplar Enver Paşa’nın yanındaydı. Paşanın Rusya’da mücadeleye başladığı 1918’den beri doğan erkek bebeklerin arasında Enver ismi en kalabalık grubu oluşturur. Tacikistan’daki türbesi de çok uzun seneler yerli halk tarafından ziyaret edilmiştir.
Türkiye’nin yakın tarihi trajik çözülmezliklerle doludur.
Enver Paşa da 1908’den beri
14 yıl içinde bütün bu yönleriyle Türk tarihini işgal eden portrelerdendir. Bir anda değerlendirilebilecek bir dönem değil. Bizim edebiyatımızda güçlü kalemiyle Enver’i değerlendiren Şevket Süreyya Aydemir’in yanında şimdi yeni çalışmalar da söz konusu. Doğrusu ben uzun bir zamandır bu konuda hayli vesika toplayan Murat Bardakçı’nınkini merak ediyorum. Yüzyıla yaklaşan zaman artık bu konuda değişik yorumlar elbette getirecektir ama henüz olayları dahi çok iyi öğrendiğimizi söyleyemeyiz
                                                                                                                Prof. Dr. İlber ORTAYLI

Ne Mutlu Türk'üm Diyene !


31 Ekim 2013 Perşembe

Kehribar


Kehribar taşının fiziksel etkileri

  • Soğuk algınlığı, astım, guatr, bronşit ve alerji tedavisi için boyun bölgesinde kullanılır. Boğaz ve tiroid enfeksiyonlarını tedavide diğer taşlardan üstündür.
  • Sol elde oynandığında bedenin elektiriğini toplar. Elektrik yükünü azalttığı için depresyona karşı da faydalıdır.
  • Ağrıyan yerlere koyulduğunda ağrıları hafifletir. Kullanılan kehribarın, ağrıyan yerin büyüklüğü kadar olması etkisini güçlendirir.





Metafiziksel ve psikolojik etkileri

  • Yaşamın bir yük olduğunu düşündüğünüz ve sorumluluklar altında ezildiğinizi hissettiğiniz anlarda, şifa yüklü enerjisiyle sizi canlandırır.
  • Yaşamın güzel yanlarını farketmenizi ve böylece içinizin neşeyle dolmasını sağlar.
  • Günlük olağan yaşantınızla, zihinsel ve ruhsal gelişiminiz arasındaki dengenin kurulmasını sağlar.
  • Para getiren bir taş olduğu düşünülür ve bu amaçla kasalara koyulur.
  • Takıntılara karşı iyi gelir.





















30 Ekim 2013 Çarşamba

Türk

Sen bendini yıkan asi su, Sen engel tanımayan rüzgar, Sen Ergenekon dağından doğan güneş, Sen ALLAH’ ın iman ve bilek gücü ile donattığı şanslı kul..Senin adın TÜRK.


Galatasaray


Galatasaray


Galatasaray


Doğu Türkistan


Nevşehir...

Ürgüp

r

Mehmet Akif Ersoy


Sultan Abdülhamid Han


Al beyazım ...


Mevlana


Özdemir Asaf


Özdemir Asaf


Serdar Tuncer


Oğuz Atay


İstiklal Caddesi...


İstanbul


Bir umuttur yaşamak...


Dur Yolcu !


Muhsin Yazıcıoğlu


1453


29 Ekim 2013 Salı

İstanbul'u Dinliyorum


İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;
Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan.
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
Alnın sıcak mı, değil mi biliyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.

                                Orhan Veli KANIK


Memleket İsterim

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
              CAHİT SITKI TARANCI

Noktada Zaman

Gönül kurşun yemiş yaralı ceylan
Döndüğü noktadan bin yıl uzakta
Yürek ateş düşmüş kuru bir harman
Yandığı noktadan bin yıl uzakta

Ne nişan bozulur, ne düşer tetik
Zaman kanlı tezgah,acılar mekik
Umut yavrusunu yitiren keklik
Konduğu noktadan bin yıl uzakta

Şans ne ki? Bir doğar,ölür bin kere
En güzel arzular kalır mahşere
Sevginin meyvesi dalından
İndiği noktadan bin yıl uzakta

Çıkar oyunbazlar ikbal katına
Tepeler dağları alır altına
Dostluk sürücüsü vefa altına
Bindiği noktadan bin yıl uzakta

Esasta her canlı mutlak bir ceset
Dünyamız soluyan ufak bir ceset
Evren teneşirde çıplak bir ceset
Yunduğu noktadan bin yıl uzakta
 ABDURRAHİM KARAKOÇ

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?


Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
 
Victor Hugo

Ben Sana Mecburum

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
                        ATTİLA İLHAN

Beklenen


Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?
Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek


Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun...


28 Ekim 2013 Pazartesi

Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
 
Necip Fazıl Kısakürek

Cumhuriyetimizin 90. Yılı Kutlu Olsun


Galip Erdem

Yenildik dediğiniz zaman değil, yorulduk dediğiniz zaman yıkılırsınız...

Tarık Tufan

 Bir sevgili gittiğinde ona baktığınız gözlerinizi de alıp gitmiştir.
Bir sevgili gittiğinde,altında onunla dolaştığınız gökyüzünü de alıp gitmiştir...

27 Ekim 2013 Pazar

Tarık Tufan

Göz göze gelsek kör olacaktık.
Konuşsak sözler bitecekti.
ve söylenecek bir çift söz kalsın diye konuşmuyorduk
gözlerimizi bir birine değdirmeden öylece oturalım
ve bir bardak demli çayın insanın yüreğini ısıtan şefkatine sığınıp susalım
masada çay bardakları ve senin ellerin olsun...

25 Ekim 2013 Cuma

Cemil Meriç

"Çocuklarımızın dünyası bizimkinden bin biter bir tımarhane olacak. Dilini kaybeden millet yaşamak hakkını çoktan kaybetmiştir..." Cemil Meriç


24 Ekim 2013 Perşembe

Cemal Süreyya


Necip Fazıl Kısakürek


Malcom X

Kimse sana özgürlük veremez eğer adamsan gider alırsın....

Aliya İzzet Begoviç

"Bana acılar ve kendi halkımla birlikte geçirmekte olduğum imtihan da dahil tüm bahşettikleri için Allah'a şükrediyorum."

Yaşamak...

Bu arada kendimle kalınca sakin ol diyorum ama ne zamana kadar.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum. Geçmiş acılı günlerin tartışmasını yapıyorum. Anlatıyor ve bütün yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları düzeltiyorum. Onları yeni baştan yaşanacak bir zamanın önüne getiriyorum. Konuşuyorum onunla. Boş zamanlarımda da değil. Günlük çalışmalar sırasında ama gören olmuyor bu yaptığımı. Dış görünüşüm ele vermiyor beni.
Kısa ya da uzun yürüyüşlerde oluyor nedense daha çok. Bir dalgınlığa koyulma gibi başlıyor. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun. Ayak seslerinin biraz arkasında az bir gayretle bir benzemeden dolayı başka bir ses duyulmaya başlıyor. Adi adıma geçilince bir çözülme, ayak seslerinin birbirine ve oraya buraya çarpması, bir dağınıklık başlıyor. Ama biraz dikkat edilince o dip sesin kaybolmadığını, görünüşte sadece beraberliğin bir parça dağıldığını, zira işin içine sesin sahiplerinin mizaçlarının karıştığını, bir nevi cezbenin başladığını görüyorum. Kendime dair düşüncelerim kayboluyor. Ve bu mizaçların sahiplerine, yüzlerine bakıyorum. Tanıyorum bu insanları. Ve görüyorum ki seslerine sahip çıkıyor değiller. Ve bilmiyorlar. (…..) Ve daha bir çok günlük olay ve eşyanın hemen arkasında kullanmakta olduğum zamana en yakın bir biçimde beraberliklerimizi düşünüyorum. Haşa, “marifet” bu olsaydı derecemle övünürdüm. -Bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun aşık olup olmadıklarını sorarsa, anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
Elimizdeki bütün işleri bırakıp, evlerde, parklarda, yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
Hiç aşık olduk mu?
Neye aşık olduk?
Onu nasıl karşıladık?
Onun ilk niyetiyle donduk kaldık mı yoksa ilk nimet gözlerimizi onun gizlediği daha büyük bir nimete mi açtı.
Ve ikincisi üçüncüsüne
ve böylece
gide gide
gerçek marifetle gelebildik mi içiçe.
Oysa ben neler düşünüyorum. Diyorum ki gururumun bu kadar incinmesine dayanmamalıydım. İşte başıma gelen. Daha başlangıçta takılıp kalmışım bile. Böyle olacağına, insan, arkasının gelmeyeceğini bile bile, bir kaç zavallı lirasını ihtiyacı olanlarla bölüşebildiğini düşünüp böbürlensin daha iyi.
Niye yazıyorum ki bunları.
İçimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. Açıp gösterelim. Yine de anlatıyoruz ama. Bizi farkedince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım.
Gelecektim. Ama daha bir kötü hatıram olsun istemedim. Ona böyle yazdım. Merhametle bakarak gülümsedim. Görünüşü acımayı da zorlaştırıyor insana.
Nereye varacağı belli olmayan kendi sağlığım taşınmaz bir yük oluyor. Hayret o da gülümsüyor. Yine demiyorum. Bakıyor. Fakat bu defa sanki o değil.
Peki ben kimim?!” (Yaşamak, 120)


                  Cahit Zarfioğlu

Cemal Safi


Yiğit Adam


senin sonsuzluğunda kaybolur hayallerim....


Necip Fazıl

“Bırak.. O “çağdaşlar”, ne derse desin,
Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin,
Secde et ki; varsın, Allah’a sesin;
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya KUR’ÂN, ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok”
— Necip Fazıl Kısakürek